25 Şubat 2016 Perşembe

NASREDDİN HOCA FIKRALARI

Nasreddin Hoca, bir halk filozofudur. Bir milletin tükenmez neşesi, kırılmaz iğnesi, yenilmez silahıdır Nasreddin Hoca. Zalimler, dalkavuklar, hak yiyenler, yalancılar, küçük dağları ben yarattım diyenler onun fıkralarında ölümsüzleşirler.
 İnsanlık komedyasının bütün çizgileri, Nasreddin Hoca fıkralarında sonsuza kadar yerlerini almışlardır.Nasreddin Hoca fıkralarının temel özelliği insandan yola çıkmasıdır. Fıkralarında insanın yaşam karşısındaki ve toplumdaki durumunu zekice yapılan nüktelerle karikatürize eder Nasreddin Hoca.
Azerilerde ve İran’da Molla Nasreddin, Kazaklarda Koja Nasreddin, Özbeklerde Nasreddin Efendi, Uygurlarda Afandi adlarıyla tanınan Nasreddin Hoca, sayısız fıkralarıyla tanınmış bir Türk halk bilgesidir. 1208-1284 yılları arasında yaşadığı sanılmaktadır. Sivrihisar ve Konya medreselerinde okumuştur. Yerleştiği Akşehir’de ölmüştür. Doğum yeri Sivrihisar olan Nasreddin Hoca fıkralarıyla ilgili kitaplar dünyanın pek çok ülkesinde yayımlanmıştır.Günümüze değin ulaşan sayısı hayli kabarık Nasreddin Hoca fıkraları anonim halk ürünleridir.
Nasreddin Hoca fıkralarında kişiler pek kalabalık değildir. Başkahraman her zaman kendisidir. Etrafında en çok görülenler karısı, eşeği ve komşularıdır. 





MANTIKU-T TAYR

 Gülşehrî‘nin bu eseri Feridüddin-Attar‘ın aynı adlı eseri esas alınarak yazılmış, vahdet-i vücut inancını işleyen alegorik bir eserdir. Şairmesnevi biçiminde yazdığı bu eserini Türk diliyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceğini göstermek amacıyla yazmıştır. Çekici anlatımı ve tasvirleri ile dikkati çeken Gülşehrî’nin mesnevisinde sorulu cevaplı bir anlatımla birlikte diyalog ve monologlar da kullanılmıştır.
♦ Beyit sayısı 5000 civarında olan eser tevhit bölümüyle başlar. Daha sonra kuşların padişahı olduğuna inanılan ve Kafdağı’nın arkasında yaşadığı söylenen Simurg‘un özellikleri anlatılır. Bülbül, papağan (tuti), tavus, hüma, 1 şehbaz (akdoğan),keklik, baykuşl gibi çok sayıda kuş, padişahlarını bulmak için toplanır, içlerinde bulunan Hüthüt adlı kuş, Hz. Süleyman’ın yoldaşı olup onunla bütün âlemi dolaştığını ve onları Simurg’a götürebileceğini söyler. Bunun üzerine Hüthüt’ün kılavuzluğunda yola çıkılır Yolculuğun zor şartları birçok kuşu bitkin düşürür ve kuşlar yola devam etmek istemez. Hüthüt önlerinde istek, aşk, marifet, istiğna, tevhit, hayret ve fakr u fena olmak üzere yedi vadi daha bulunduğunu söyler. Kuşların bazısı geri döner, bazısı yere iner, bazısı açlıktan ölür. Sonunda sadece otuz kuş Simurg’un makamına ulaşır ve orada kendilerinden başka kimseyi göremezler. Böylece Simurg’un kendilerinden, kendilerinin de Simurg’tan başka bir varlık olmadığı gerçeğini öğrenirler.

23 Şubat 2016 Salı

DEDE KORKUT HİKAYELERİ

DEDE KORKUT HİKAYELERİ NEDİR:
Oğuz Türklerinin diğer Türk boylarıyla ya da Rum, Abaza ve Gürcülerle yaptıkları savaşlara ait destani hikayelerdir. Halk arasında söylene söylene XIV. yüzyılda son şeklini almış, 15. ve 16. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Hikayelerin yazarı belli değildir. Dede Korkut hikâyelerinin biri Almanya’da Dresden Kütüphanesi’nde, diğeri Vatikan’da olmak üzere, iki yazma nüshası vardır.
DEDE KORKUT KİMDİR:
Dede Korkut un kişiliği üzerinde yeterli bilgimiz yoktur. Korkut-Ata adıyla da tanınan Dede Korkut, söylentilere göre Oğuzların Bayat Boyundan Kara Hoca’nın oğludur. Onun, IX. ve XI. yüzyıllar arasında Türkistan’da Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu, Oğuz Türklerinden büyük saygı gördüğü, bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına akıl hocalığı ve danışmanlık ettiği hikâyelerden anlaşılmaktadır.

Dede Korkut Hikayelerinin özellikleri şunlardır:

  • Dede Korkut hikayeleri on iki hikaye ile bir ön sözden oluşmaktadır.
  • Hikayelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir.
  • Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü olaylara yer verilmiştir.
  • Türkçenin canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikayelerde ses tekrarlan da sıkça yer almaktadır.
  • Dede Korkut un Türkler arasında, ağızdan ağıza, dilden dile dolaşan hikayeleri XV. yüzyılda Akkoyunlular devrinde Dede Korkut Kitabı adıyla bir kitapta toplanmış, böylelikle sözden yazıya dökülmüştür.